ERZİNCAN İL MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRLÜĞÜ

24 Kasım Öğretmenler Günü Öğretmenler Arası Anı Yarışması Sonuçlandı

24 Kasım Öğretmenler Günü Öğretmenler Arası Anı Yarışması Sonuçlandı

Müdürlüğümüz tarafından 24 Kasım Öğretmenler Günü münasebetiyle İlimizde bulunan öğretmenlerimiz arasında Anı Yarışması düzenlenmiştir. Anı yarışması sonucu il birincisi Türk Telekom Binali Yıldırım Ortaokulu Görsel Sanatlar Öğretmeni Ayşenur BAKIRHAN İl Milli Eğitim Müdürümüz Aziz GÜN tarafından ödüllendirilmiştir.

İl Millî Eğitim Müdürümüz Aziz GÜN ödül töreninde "Bu özel günde bu yarışmayı kazanan Ayşenur Hocamı tebrik ediyorum. Öğretmenlik mesleğinin en güzel yanının da her gün yeni bir güne uyanırken yeni bir anı yaşamaya ve yaşatmaya da uyanıyoruz. Bu anılar sayesinde mesleğimizin tadını alıyor her daha bir aşkla mesleğimize bağlanıyoruz. Şu pandemi sürecinde bile uzaktan da olsa ilerde anlatacağımız birçok anılarımız olmuştur. Ama en kısa zamanda öğrencilerimizle yüz yüze biriktireceğimiz anılarımız olacaktır. Öğretmenler Günü'nüzü tekrar tebrik ediyor, emekli öğretmenlerimize sağlıklı, huzurlu ve uzun ömürler diliyor, görevi başında şehit düşen öğretmenlerimizi şükranla minnetle yâd ediyorum." dedi.

 

Öğretmenler Arası Anı Yarışması Sonuçları

24-11-2020  24-11-2020 24-11-2020
Ayşenur BAKIRHAN Hülya YILMAZ  İhsan ÜNLÜ
Türk Telekom Binali Yıldırım Ortaokulu           Otlukbeli Çok Programlı Anadolu Lisesi Çağlayan İlkokulu
İL BİRİNCİSİ İL İKİNCİSİ  İL ÜÇÜNCÜSÜ

                                                                                                                               

 İl birincisi Ayşenur BAKIRHAN'a ait "Anı"

ADIM ALİ SOYADIM ÇOCUK

            Çocukluğumun kimsesizler mevsimiydi. O mevsime kadar beni altın dişli nenem büyütmüştü. Annemi hiç bilmemiştim. İşte o kimsesizler mevsiminde, aklım ermeye başladığında baban da öldü demişti nenem. İşte o an yüreğimde bir saat çalmıştı. Vakit, çocukluğumu hayat geçiyordu. Güneş tepemde, kış yüreğimde, nenem gün boyu çalıştığımız tarlanın başındaydı. Yılı bilmem, ayı bilmem, günü bilmem ama hep bir gün babam gelecek diye yolları ezberlediğim mevsimleri iyi bilirim.  Henüz okula gitmiyordum ama bana artık neden "Yetim Ali" dediklerini anlıyordum.  Hızla koşmaya başlamıştım. Yol boyunca coşkuyla akan harkı kovaladım. Suyun bittiği yerde köy kahvehanesine vardım. Kahvehanenin çaprazında yolun en sonunda nenemgilin ev damı görünüyordu işte. Bir an durup, nefes nefese ağlamaya başladığımda gözlerimi eve dikerek haykırmaya başladım. "Babam gelmeyecekmiş. Sen, sac damlı, tezek kokulu, beyaz tenli ev! Sana evim diyebilir miyim? Peki, çocukluğum diyebilir miyim?"

            Şimdi, hayat kitabımda yüreğimde dondurduğum o çocukluk senemi bir gün büyüyeceğimi bilmeden yaşamıştım. Yaşarken o anları zihnime, ruhuma yazmıştım. Yıllar sonra çalışma odamda tam karşımda duran köyümüzün manzarasıyla ve babamdan kalma sazımla kaç anıma "Yetim Ali, Doktor Ali" diye fısıldamıştım. Gelelim o seneye. Çal bakalım manzara yine o meşhur günleri, şöyle içli yerden olsun...

Bizim memleket, dağların arasına sıkışmış yokluklarla dolu bir köydü. Adı kısa yolu uzundu. Eski adı Sılbıs, yeni adı Saz köydü. Herkesin evinde bir saz olması geleneği de isminden geliyordu.  Dağlar çıkmayla, bağlar inmeyle kasabaya varılmazdı. Hele kışın, umudunu kes yollardan. Geleni unut, gitmeyi bahara sakla...

 Gelelim o senenin unutulmaz günlerine. Mevsimin güze döndüğü bir Eylül güncesi, bir ikindi vaktiydi. Dağların bağlarla buluştuğu yerden belli belirsiz biri göründü. Bu mevsimde pek gelenimiz gidenimiz olmazdı. Yazın gelenler yaz sonunda birden çekilir, bağ bozumuyla kışın gelişi rüzgârların serin şarkısı olurdu. Kışın lambası yananlar da vefasını toprağından alanlardı. İşte şimdi rüzgârın serin şarkısına eşlik ederek koşuyorum gelen yabancıya doğru. Gelen kimdi? Kim olursa olsun merak tohumları daha ilk gördüğüm anda ekilmişti küçük yüreğime. Baktım Muhtar emmi yolun başında gelen misafiri bekliyordu. Elinde küçük bir çantayla yürüyerek gelen kişiyi gelişinden haberi varmışçasına karşıladı. Birlikte Muhtar emminin evinin yolunu tuttular. Bir hafta o evde misafir edildi yabacı. Anadolu insanı olmanın farkı tam da buydu işte. Bizim köyde misafire neden geldiği o anlatana kadar hiç sorulmazdı. Yiyeceklerin en güzeli hep misafire ikram için saklanır,  iki göz odalı evlerin en mahrem köşesi misafire verilirdi. Nevresimlerin sabun kokuları döşeklere serpiştirilir; en önemlisi gönül meskenlerinin cefakârlığı küçük mekânları genişletirdi. Şimdilerde kaybettiğimiz değer duyguların yanında nasıl da muhteşem bir nezaket göstergesiydi bacası cömertlik tüten evler. Şimdi gözüm o evlerden biri olan hem de köyümüzün muhtarının evinin kapısında. Yabancı ha çıktı çıkacak. Aslında çıkacak olan heyecanla köşe kapmaca oynayan kalbim. Acaba başımı okşayıp adımı sorar mıydı?

            Uzakların türküsü gibiydi sesi. Onun kapanmayan yaralarımı tamir edeceğini, kimseye anlatamadığım özlemlerimi sona erdireceğini bilmeden dinliyordum onu. Yere çömelmişti. Bakışları gözlerimle aynı hizada, eli omzumda belki de yüreğimde hayranlıkla dinliyordum onu. Muhtar emmi, "Haydi elini öp öğretmeninin" Deyince, işte bu güneş gibi içimi ısıtan yabancının köye yeni atanan öğretmen olduğunu anladım. Ben minicik bir köy çocuğuydum. Kanadı kırık kuş gibi iyileştirilmeyi bekliyordum. "Sahi sana baba diyebilir miyim? Ama gidersen küserim, Hem sana hem de hayata..."

            Birkaç gün sonra okulun kırık dökük lojmanında tamir işleri başladı. İmece usulü, uzun süredir kapalı olan okul da lojman da bir hafta içinde tamir edildi. Sonra Muhtar emmi köy meydanında, tam da kahvenin önünde sandalyeye çıktı ve tüm köy çocuklarını okula davet etti. Öğretmenim de yanındaydı. Bir an göz göze geldik. Gözlerimle "Ben mutlaka geleceğim" dedim. O da, "Seni mutlaka bekliyorum"  dedi gözlerini bir kez kırparak. Gözlerimi kapattım. Açtığımda Muhtar emmi sandalyeden inmiş, kalabalık dağılıyordu. Hemen koşup Muhtar emminin indiği sandalyeye çıktım. İşte oradaydı kahvenin çaprazında yolun sonunda.  Yüreğimden bağırırcasına, dilimden fısıldarcasına, "İyiki varsın sac damlı tezek kokulu beyaz tenli ev, söyle neneme beni okula gönderirken büyük adam olayım diye bana hep dua etsin" dedim. Sandalyeden indim ve okula doğru koşmaya başladım.

            Okul, tek katlı, tek sınıflı, küçük pencereleri dağlara açılan;  bir Anadolu okuluydu. Duvarların içimize oturan rutubet kokusu, bugün bile genzimi sızlatır. Aslında burnumun direğini. O kokuda, çocukluğum, ilk öğretmenim, umudum, çaresizliğim; varlığı kayıp bir yetimin kendini arayan adı vardı. Her sabah okuduğumuz andımızla ant içtim yarınlarıma. Önlüğüm yoktu ama yamalı pantolonumun bir cebinde misketlerim, bir cebinde de umutlarım vardı.

Bahçede bulunan iğde ağacının altında öğretmenimiz kitap okurken hep dizinin dibinde otururdum. Arkadaşlarım zaman zaman bu durumu kıskansalar da onlar da bir süre sonra bu duruma alışmışlardı. Hatta bazen kendimi tutamaz öğretmenimin dizine başımı koyup uyuma numarası yapardım. İşte o ağacın gölgesinde, o yastıktan hiç kalkmadan büyümek için neler vermezdim. Ama dimdik büyüdüm. Çocukluğumu iğde ağacının altında, okunan kitapların arasına koyup öğretmenimsiz büyüdüm. 11 yaşımda  altın dişli nenem ölüp te, yatılı okula gittiğimde kocaman bir adam oldum.

            Nenem, çilekeş bir köy kadınıydı. Hayatı, sevdiklerini öteki âleme yolculamakla geçmişti. Evladından kalan yadigârı -beni- büyütebilmek için tüm yüreğini ortaya koymuştu. Yemek yediğimiz yer soframızda tüm kaybettiklerimiz bağdaş kurardı. Ve yan yana uyuduğumuz yer döşeklerimizde sırt sırta verir yaşadığımız günü geçmişe uğurlardık. Nenem,  Muhtar emminin okulun açılacağını ilan ettiği konuşmayı duyduğunda ,hemen kapının önüne çıkmış ve konuşmayı dikkatle dinlemişti. Her sabah beni okula gönderirken "Doktor olup bana bakasın" Diye dua eder sırtımı sıvazlardı. Eğilen omuzlarındaki yorgun hayatıyla sokağın köşesini dönene kadar arkamdan bakardı. Kim bilir belki bir gün o da bu dünyadan göçtüğünde bana ne olacağını düşünürdü.

            Büyük bir mutluluk ve heyecanla okula gittiğim günleri asla unutamam. Okul yolunda sanki haberleşmiş gibi her köşe başında buluştuğum arkadaşlarımı, arkamızdan ahırlardan ve kümeslerden gelen sesleri; yol arkadaşlarımız çoban köpeklerini. Ne güzeldi her sabah dalgalanan bayrağımıza günaydın demek. Bizi okulun kapısında karşılayan öğretmenimize koşarak sarılmak. "Öğretmenim, kahramanım benim. Haydi! Kapıyı ört. Ders başlasın, okul hiç bitmesin. Kar yağsın. Yollar kapansın. Kimse gelmesin. Öğretmenim asla gitmesin. Güz de gidiyordu işte. Kapımızı biri çalıyor öğretmenim, kış olmasın..."

            Kışın gelişiyle iğde ağacının gölgesi yerini sobanın sıcaklığına bırakmıştı. Üstünden kestanemiz, kaynamış sütümüz eksik olmazdı. Öğretmenimiz kitap okuyacağı zaman sobanın yanına bir sandalye koyar bize de yaklaşmamızı söylerdi. Ona en yakın yerde yine ben yer alırdım. Başımı okşar "Haydi başlayalım" Derdi. Başımı her okşadığında o elin babamın eli olduğunu düşünürdüm ve bu duygu beni çok mutlu ederdi. "Öğrendiğim en güzel alfabe sensin öğretmenim".

            Öğretmenimin köyümüzde kaldığı 2 yıl hayatımın en güzel yıllarıydı. Ben onun bir gün gidebileceğini hiç düşünmemiştim. Ama bir yaz tatili gitti ve bir daha geri gelmedi. Onunla vedalaşmadım. Giderken gelişi gibi uzaklara yolculuğunu izledim usulca. Bir gölge gibi; kalemi de yüreği de kırık, gerçek bir yetim gibi İşte şimdi kayıp Osman değilim, gerçekten yetim Osman'ım.

            Ona uzun süre öfke duydum. Yeni gelen öğretmeni de hiç sevemedim. Yatılı okula gittikten sonra da hiçbir öğretmenimle beni mutlu edecek bir iletişim kuramadım. Yurtta, yatağıma uzandığımda bir gün büyüdüğüm o Anadolu topraklarına doktor olarak döndüğümü hayal ederdim. Hayallerimde avuturdum yetimliğimi. Yıllar geçti. Mesleğimi elime aldım ve doğduğum, kanıma, canıma işlemiş o topraklara, bana kazandırdığı vefa hissiyatıyla geri döndüm. Elimde çantam köyün silueti uzaktan görünmeye başladığında ben de uzaktan beliren bir yabancıydım. .İlk olarak nenemin mezarına gittim. "Bak nene ben geldim" Diyerek uzun bir süre mezarına kapanıp ağladım. Başımı kaldırdığımda hava çoktan kararmıştı. Köyümüzün kahvehanesine gidip kendime güzel bir çay söyledim. Kahvecimiz Necdet Dayı çok yaşlanmıştı. Kendimi tanıttığımda boynuma sarılıp uzun süre hıçkırıklarla ağladı. Muhtar emmi vefat ettikten sonra da muhtarlığa o bakar olmuştu. İzin isteyip kalktım. Yolun sonunda harabeye dönmüş nenemle yuvamıza doğru bakarken çocukluğum sokağın başından hızla bana koşuyordu. Merhaba dedim. İğde ağacı sana da merhaba. Dağın zirvesi, bağın bozumu, rüzgârın türküsü, derenin yol hikayesi. Uzun bir süre, köyümde kalarak hizmet etmeye çalıştım. Ta ki uzmanlığımı kazana kadar.  Evlendim, baba oldum. . Bir baba olarak çocuklarıma her baktığımda başımı okşayan, yüreğimi sarmalayan eller geldi aklıma. O ellerin sıcaklığını hiçbir zaman unutmadım.

            Mesleğimin ilerleyen yıllarında , bir hastamın sağlık karnesindeki baba ismi ve soy ismi dikkatimi çekmişti. Kalabalık koridorda hastayı buldum hemen içeri aldım. Ona o ismi sordum. Son derece sıradan bir ifadeyle "BABAM" dediği anda gözyaşlarım sel oldu. Onu bulmuştum. Yetim başın okşayan ellerini bulmuştum...

            Eşimi çocuklarımı da yanıma alıp kocaman bir demet çiçek yaptırdım. Her bir çiçek yaprağı benim ona olan sevgimi, hürmetimi ve teşekkürümü anlatıyordu. Zili çaldım ve kapıyı O açtı. Birbirimize uzun uzun bakarken yıllanmış yüzüne süzülen gözyaşlarıyla  "Ali, hadi iğde ağacının altına kitap okumaya gidiyoruz" Dedi. "Dizinizin dibi benimdir öğretmenim" Dedim. Elimdeki buketler köyümüzün deresine düştü. Hani nenem senin baban öldü demişti ya, O karşımdaydı işte.

            Köyümüze geldiğinde 21 yaşında bir delikanlıydı öğretmenim. Ama yüreği denizleri aşardı. Dağlardan daha heybetli, gökyüzünden daha sonsuzdu.  Benim yetim başımı okşarken, sabırla dinlerken beni, ben onu hiç tanımadığım babamın yerine koymuştum. Ona bunu hiçbir zaman söylememiştim ama hep hissettirmiştim. 35 yıl sonra onu yeniden bulduğumda gerçek bir Anadolu çocuğu Ali olmuştum. Yaşım mı mühim değil. Anıların arasına koydum.

            Sahi siz söyleyin benim babam ölmüş müydü gerçekten?

Fatih Mahallesi 719. Sokak No.28 - (446) 214 16 05 214 20 73

MEB © - Tüm Hakları Saklıdır. Gizlilik, Kullanım ve Telif Hakları bildiriminde belirtilen kurallar çerçevesinde hizmet sunulmaktadır.